Kayıtlar

  Uluslararası düzeyde olan biteni anlamaya çalışanlara naçizane tavsiyem, "1. Dünya Savaşı"nın bitmediğini ön kabul olarak almalarıdır. Bu yazımın, bir önceki yazım ile birlikte değerlendirilmesinin faydalı olacağı kanaatindeyim. Çok küçümseriz ilkokul eğitimimizi fakat, çok doğru yönleri vardır. Bizim zamanımızda, İran ve Çin hakkında; çok basit klişelerle fakat çok derin tarihi perspektiften biraz da karikatürize edilmiş şekilde bir kaç "temel" belletilirdi: "İran'a her zaman dikkat et!"; "Çin'in entrikası bitmez! Hiçbir zaman güvenme". Fakat konumuz tam olarak bu değil. Artık çoğumuzun unuttuğu "Sevres Antlaşması" da en temel klişemizdi. Hatırlar mısınız? Birinci Dünya Savaşı'nın çıkma sebebi; çok kabaca, sömürgecilikte son noktayı; hedefe oturttuğu Osmanlı ve Avusturya-Macaristan İmparatorluklarını bölüşmeyi kafaya koyan İngiliz İttifakı ile(ki Osmanlı, bu ittifakın parçası olalım dediği halde, kabul etmeyip
  Şimdi, Youtube'da, İranlı bir akademisyeni dinliyorum. Türkiye'yi de, "kibarca" eleştiriyor. Hakkıdır. Daha sonra geliyor, dönüyor, gururlu bir şekilde, "Filistin'i, sadece İran Suriye Yemen Hizbullah savundu" diyor ve sonrasında gururla "Bunlar devlet ve örgüt karışımıdır ve bu bizim 'Direniş Ekseni' dediğimiz yapıdır" diyor. Kendince haklı sebepleri var. Lakin, bir de, işlerin "temeline" insek? Uluslararası İlişkiler ile, ilgiliyseniz, aslında, sadece "2 temel eser", 2. Dünya Savaşı Sonrası Global Politikaların tamamını anlamanıza yeter: 1. George Kennan'ın "Long Telegram"ı(1948 idi sanırım) 2. Zbigniev Brzezinsky'nin "The Grand Chessboard"u Bunların yanısıra Huntington'ın "Medeniyetler Çatışması" ve bir ölçüde "Who We Are?" isimli eserleri de sayılabilir. Ama bence Fukuyama bu listeye girmez. Zira, bu listedeki eserlerin tümü, adeta birer "kehane
  20+. Yüzyıl seçkini; tüm dünyada, sefil bir zavallıdır! Tarla misali seçkin okullarında, "kullanılmak" için yetiştirilir; sonra kah özel sektörde kah belirli yarı-gizli yapılarda tüm kişilikleri yok edilir, hayatlarını pan-opticon misali gözlem altında, ne söyleyip ne söylemeyeceklerini işaret edilen "kompartımantal liderlerinin" gözünün içine bakarak geçirirler. Felsefik anlamda insan olarak kabul edilebilirler mi? Kitlelerden çok mu farklılar? Aslında, 20. yüzyıl seçkini, en azından sokaktaki kitleler kadar edilgen bir sürüdür. Kendi fikri yoktur. Seçkin halkası içinde kalması, kendisine gösterilen sınırlar dahilinde konuşmasına; hatta düşünmesine bağlıdır. Tabiatla olan bağı kalmadığından ve gerçek üretime yönelik bir mesleği de olmadığından dolayı; en korktuğu şey, yalnız kalmak olduğundan dolayı, "oto sansür" zamanla kişiliğinin bir parçası haline gelir. Zavallıdır. Her birinin eline, belki onlarca, belki binlerce, belki
  "Sirkeyi kaynatsan olur mu şeker, cinsini siktiğim cinsine çeker!" Basit bir argo mu? Asla! Bu, "Anadolu İrfanı"nın ta kendisidir! 40+ yıldır kullanıp güldüğüm bu lafı, idrak etmem 40 yıl zaman aldı. Yakınlarımda birinin ailesinin, köyünde, "Fesatgiller" lakabı ile bilindiğini öğrendiğimde gülmüştüm. Eğlenceliydi. Fakat düşünün: Koca bir köyde, "Fesat" denince herkes evinizi gösteriyor kuşaklar boyunca! Sebepsiz olur mu? Ancak 40 yıl ve o kişiden sonraki kuşak boyunca gözlemleyince idrak edebildim hikmetini! * Bir babanın, öz oğluna; servete sahip olmayı saplantı haline getirmiş kendi babası hakkında, cenaze/bayram gibi bir aile ortamında, "Tuhaf adamdı Allah rahmet eylesin. Ne yedi, ne yedirdi" dediğine şahit oldum. Oğulun babasına, "bunu sen mi söylüyorsun?" gibi hayret ve acı ile bakışına ve babanın utançla gözlerini kaçırmasına da! Baba, sanıyorum babasından çektiklerinden dolayı o evladına, 15-16 yaşlarında iken, bir ka
  Mevlana'ya atfedilen "Kimse sana karşı değil herkes kendinden yana" sözünü çok görüyorum, uzun zamandır. Herşeyden önce, bu sözü Mevlana'dan okumadım. Belki dikkat etmemişimdir, hatırlamıyor olabilirim. Fakat, bana çok şüpheli geliyor. Mevlana bu sözü söylemiş olsa da, olmasa da, insanların bu sözü söyledikleri bağlamda söylemiş olması imkansız! Bu sözü kullananların çoğunun bağlamı dönüp dolaşıp, "sen de gel aramıza gir. sen de kazan"; "o olduğun yerde, hem bize karşı olacaksın, hem de sonra ağlayacaksın" anlamı taşıyor. Mevlana asla, "kendi çıkarı için, sadece güçlü ve kalabalık olmanın avantajıyla başkalarının hakkını yemeyi" mübah görüp teşvik etmez. Bu sözü Internet'de bir arayın. Kullanıldıkları bağlamları görün. Kur'an Ayetleri ile bile kullanıp, işi tam da söylediğim noktaya getirmeye çalışanlar var. Bu sözün bu kadar yaygın olmasının gerisinde de, siyasi parti, cemaat, çıkar grupları görüyorum. Vicdanları rahatsız. Ben
  EN/TR: There is only one absolute currency in every corner of The Universe: Joule!  We can measure any value, work, service, "cost", with energy.  A kilogram of wheat we buy, or a tea we bring to be kind to a person while working; cleaning the table ourselves after dinner, or even listening carefully a friend who has a problem and to look for a solution for his/her problem ...  All is measured by a single universal unit: "Energy"(Joule)  Wise people(bad or good, but wise) have always known this secret. This is the secret behind the US dollar being the reserve currency! Sadece dünya değil, kaniatın her köşesinde geçerli, mutlak, tek bir değer(para) birimi var: Joule! Her türlü değeri, işi, hizmeti, "bedeli", ancak enerji ile ölçebiliriz. Satın aldığımız bir kilo buğday ya da bir insana çalışırken kibarlık etmek için getirdiğimiz bir çay; ya da ailemizle yemek yediğimizde bir sefer de sofrayı kendimiz toplamamız, hatta derdi olan bir dostu dikkat kesilerek
  Clausewitz, "Savaşlar diplomasinin devamıdır" demişti. Doğru ama eksik ve eski. Modern savaşlar, "Tabiat kanunlarını hiçe sayan insan hırsına ket vurabilmek için kaçınılmaz gereklilikler" malesef. Aşırı tüketen ve aşırı üreyen insana engel olabilecek tek mahluk, yine insanın kendisi olunca, savaş kaçınılmaz oluyor. Öğrenciliğimde Malthus'u ilk okuduğumda kabullenememiş, kızmış idim. Yaş kemale erip, insanın ne olduğunu anladıkça, Malthus'un kendi gönlünden geçenleri değil; "Hakikat"in kendisini dillendirmeye çalıştığını düşünür oldum. Bu açıdan, literatüre girmelidir: "Tabiat kanunlarını hiçe sayan insan hırsına ket vurabilmek için kaçınılmaz gereklilikler" Şu anda savaşın Rusya-Ukrayna arasında gerçekleşiyor olması kimseyi yanıltmasın. Aslında, ABD-Çin arasında gerçekleşiyor. Ve bu savaşın gerçek sebebi, ABD'nin ve Çin'in aşırı nüfusları ve tüketimleri! Ve bu konuda, hiçbir ülke masum değil! Tüm ülkeler, marifetmiş gibi nüfusla