Kayıtlar

Ekim, 2024 tarihine ait yayınlar gösteriliyor
  Uluslararası düzeyde olan biteni anlamaya çalışanlara naçizane tavsiyem, "1. Dünya Savaşı"nın bitmediğini ön kabul olarak almalarıdır. Bu yazımın, bir önceki yazım ile birlikte değerlendirilmesinin faydalı olacağı kanaatindeyim. Çok küçümseriz ilkokul eğitimimizi fakat, çok doğru yönleri vardır. Bizim zamanımızda, İran ve Çin hakkında; çok basit klişelerle fakat çok derin tarihi perspektiften biraz da karikatürize edilmiş şekilde bir kaç "temel" belletilirdi: "İran'a her zaman dikkat et!"; "Çin'in entrikası bitmez! Hiçbir zaman güvenme". Fakat konumuz tam olarak bu değil. Artık çoğumuzun unuttuğu "Sevres Antlaşması" da en temel klişemizdi. Hatırlar mısınız? Birinci Dünya Savaşı'nın çıkma sebebi; çok kabaca, sömürgecilikte son noktayı; hedefe oturttuğu Osmanlı ve Avusturya-Macaristan İmparatorluklarını bölüşmeyi kafaya koyan İngiliz İttifakı ile(ki Osmanlı, bu ittifakın parçası olalım dediği halde, kabul etmeyip
  Şimdi, Youtube'da, İranlı bir akademisyeni dinliyorum. Türkiye'yi de, "kibarca" eleştiriyor. Hakkıdır. Daha sonra geliyor, dönüyor, gururlu bir şekilde, "Filistin'i, sadece İran Suriye Yemen Hizbullah savundu" diyor ve sonrasında gururla "Bunlar devlet ve örgüt karışımıdır ve bu bizim 'Direniş Ekseni' dediğimiz yapıdır" diyor. Kendince haklı sebepleri var. Lakin, bir de, işlerin "temeline" insek? Uluslararası İlişkiler ile, ilgiliyseniz, aslında, sadece "2 temel eser", 2. Dünya Savaşı Sonrası Global Politikaların tamamını anlamanıza yeter: 1. George Kennan'ın "Long Telegram"ı(1948 idi sanırım) 2. Zbigniev Brzezinsky'nin "The Grand Chessboard"u Bunların yanısıra Huntington'ın "Medeniyetler Çatışması" ve bir ölçüde "Who We Are?" isimli eserleri de sayılabilir. Ama bence Fukuyama bu listeye girmez. Zira, bu listedeki eserlerin tümü, adeta birer "kehane
  20+. Yüzyıl seçkini; tüm dünyada, sefil bir zavallıdır! Tarla misali seçkin okullarında, "kullanılmak" için yetiştirilir; sonra kah özel sektörde kah belirli yarı-gizli yapılarda tüm kişilikleri yok edilir, hayatlarını pan-opticon misali gözlem altında, ne söyleyip ne söylemeyeceklerini işaret edilen "kompartımantal liderlerinin" gözünün içine bakarak geçirirler. Felsefik anlamda insan olarak kabul edilebilirler mi? Kitlelerden çok mu farklılar? Aslında, 20. yüzyıl seçkini, en azından sokaktaki kitleler kadar edilgen bir sürüdür. Kendi fikri yoktur. Seçkin halkası içinde kalması, kendisine gösterilen sınırlar dahilinde konuşmasına; hatta düşünmesine bağlıdır. Tabiatla olan bağı kalmadığından ve gerçek üretime yönelik bir mesleği de olmadığından dolayı; en korktuğu şey, yalnız kalmak olduğundan dolayı, "oto sansür" zamanla kişiliğinin bir parçası haline gelir. Zavallıdır. Her birinin eline, belki onlarca, belki binlerce, belki