Elit komplosu, sahte bayrak ve hakikat!



Elit komplosu, seçkinler teorisi çalışan bazı akademisyenler tarafından, "iktidar seçkini" sayılmanın önemli koşullarından sayılır.
Terör örgütleri ve sahte bayrak operasyonları iktidar seçkinlerinin ve kullandıkları devlet aygıtlarının en adice işlerindendir.
Özellikle kendi pislikleri ortaya döküleceği zaman başvururlar.
Terör örgütlerini bizzat kendileri kurarlar. Kendi kontrolleri dışında kurulanları da ele geçirip kullanırlar.
Bugün, şu ya da bu devletin kullanımında olmayan tek bir terör örgütü yoktur. Devletin kendi vatandaşlarına karşı bile kullanması hala bazılarımızı şaşırtabiliyor.
Sahte bayrak, kimi zaman bir binanın bombalanıp, kendi vatandaşlarını öldürerek başka devletlere savaş açılması; kimi zaman, devletin, yasalar hiçe sayılarak bir zümre tarafından ele geçirildiğinin ayyuka çıkması ve meşruiyetini yitirmesi sonucunda, bizzat ele geçirenler tarafından sahte tasfiye operasyonu düzenlenmesi olabilir.
Bazen daha küçük: Mesela, operasyonel işler için kullanılan bir haber sitesi, iftiraları ve operasyonel niteliği ayyuka çıkınca: Karşı kanattan görünen bir diğeri, işin içine bir iki terör bağlantılı bir iki klişe tehdit katar.
İftiralar unutulur.Tuzum var diye atlamayan ilgili ilgisiz "demokrat" kalmaz. Bunların arasında da operasyonel eleman çoktur. Operasyonel site parlatılır.
Cumhuriyet Gazetesi'nin bombalanması işi örneğin: Tipik bir sahte bayrak operasyonu! Ya da sahte bayrak gibi görünmesi için tezgahlanan başka bir operasyon mu? O kadar konuşuldu. Yargılamalar yapıldı! İş didik didik edildi. Yıllarca bu konu hakkında yayın yapıldı. Ben dahil, hangimizin aklında bu konu hakkında hakikaten ciddi, güvenilir bir kanaat var? Kim, ne amaçlayarak bu işi yaptı? Asıl sorumlular kimdi? Sahnede görünen tetikçiler mi? 
Örneklerde gördüğümüz gibi, sahte bayrak operasyonlarının hemen hemen tamamı, "meşruiyet" kazanımını hedefler: Kamuoyunun gözü, adeta, bir "tiyatro" sergilenerek boyanır. Sonucunda, kah, hiçbir gerekçesi olmayan bir savaş meşru hale gelir; kah, aslında organize tek bir odak(kanser) tarafından ele geçirilerek, tamamı metastaz haline gelmiş bir organizma(devlet), sanki sağlıklı imiş gibi tekrar vatandaşının gözünde meşrulaşır; kah, operasyonel amaçlar için kullanılan bir yayın organı, "demokrasi ve fikir özgürlüğünün kalesi" olarak tekrar kamuoyuna pazarlanabilir hale getirilir.
Sahte bayrak operasyonları açığa çıksa, yargılansa, didik didik edilse bile, kamuoyunun kafası öyle bir karıştırılır ki, bu işleri takip eden, istihbarat örgütleri dışındaki profesyonel ve yarı profesyonellerin(gazeteci, akademisyen, araştırmacı vs.vs.) bile elinde bir karmaşa yumağından fazlası kalmaz!
Sahte bayrağın küçüğü büyüğü de yoktur. Zira, küçük gözükeni ile, operasyonel haber mecralarını koruyamazlarsa, gerçekten devasa sahte bayrak operasyonlarını nerede nasıl köpürtecek ve kamuoyunu yönlendirecekler? 
Hiçbir zümrenin, "omnipotent" olmadığı varsayılır.
Tüm felsefe ve dini ekoller de bu varsayımı destekler. İyi - kötü, ying - yang, şeytan - melek, idealist - materyalist.
Ama, hep zıtlıklarla kaim!
Omnipotens, yani, mutlak kudret, ancak "zıtların birliği" ile mümkündür. Burada da, Tanrı kavramı devreye giriyor.
Devlet ile Tanrı tüm sıfatları ile bu kadar karışınca, Hegel gibi filozoflar Devlet - Tanrı ayrımını iyice muğlaklaştıran fikirler ortaya koyuyorlar.
Bunun mantıksal ikna ediciliği, iki partili bir sistemin ve sandığa gidip oy kullanmaktan ibaret bir oligarşinin, "ideal demokrasi" olarak pazarlanmasını kolaylaşmıştır.
Öyle ya! İki güç var. Hiçbiri "kadir-i mutlak" değil.
Seç birini, gir birinin emrine!
Dışarda kalırsan klişe hazır: "Bir ben varım deme! Elde neler var! Kibir en kötü günahtır"!
Bu olan bitenin tekil felsefi argümanlarına karşı çıkmak da mümkün değil!
Ancak, tümdengelim ile, sonuçlarına bakara yanlışlık hakkında hüküm verilebilir.
Bu anlamda, günümüzde, artık, şekli olarak tüm geleneğe uysa bile, aslı ile hiçbir ilgisi kalmamış islam tasavvufu ile de birebir örtüşüyor.
İslam dahil, dinlerin de, şekli olarak birebir indirilenin aslı görünseler de, asılları ile ilgileri kalmamıştır. Zira, o dinleri somutlaştıran vektörlerin dinin temelleri ile hiçbir ilgisi kalmamıştır. Tümü kurumsallaşmış araçtır!
Yazılacak çizilecek çok şey var da... Ömür kısa! 
Tüm bu sistem, insanların vasatlığına, zaaflarına ve onaylanmaya olan ihtiyaçlarına dayanır!
İnsanların pek azı, "bizden - sizden" ayrımının ötesindeki hakikate taliptir.
Çoğunluk, vasatlığı ile bile, sahte bayrakların arkasındaki hakikati sezer! Aynı zamanda fırsatı ve tehdidi de!
Bundan dolayı, yine aynı çoğunluk, ya tehdidin saldığı korkudan; ya da daha çok, fırsatın getirdiği onaylanma, adam yerine konma, bir bütünün parçası hissetme dalgasından dolayı yalanlara sahip çıkar.
Hakikate talip olmak zor iştir.
En nihayetini bilmem, ama talip olunan hakikatin ele geçen parçaları da matah birşey değil!
Yaptıklarımıza soylu kılıflar bulmanın, anlamlar yüklemenin de bir önemi yok.
En nihayetinde, var oluşumuzun gerektirdiği gibi seçimlerde bulunduğumuzu düşünüyorum.
Çoğunluğa uyup, vasatın arasında, yalanlarla da mutlu olsak; hakikate talip olup, her yalanın arkasındakini görüp, bir sonraki yalanın daha da büyük olduğunu de anlasak, yaptığımız seçimler, sanki, bizim dışımızda, dünyaya gelişimizle birlikte işlenmiş bazı kodlarda yatıyor gibi. Ne yapsak, ya, mutluluk getireceğine inandığımız bir yalan; ya da, mutluluk getirmeyeceğini bildiğimiz bir hakikat peşinde koşmaktan alıkoyamıyoruz kendimizi! 
Elbette yanılabilirim: Fakat, gözlemlerim bana, hakikate, "hakikaten" talip olanların, ancak kendi iç dünyalarında, dış etkenlerden neredeyse bağımsız mutlu olabilen insanlar olduğunu gösterdi. Yani, o hakikat arayışı, "mutluluğu bulmak" için değil. Kendi içinde mutlu olabilmeyi doğuştan becerebildiğinden dolayı, mutsuzluğu ve acıyı göze alabilmesinden! 
Çok mu karamsarım? İradeye hiç mi alan bırakmıyorum? Böyle olduğunu düşünmüyorum! İrade her zaman önemli bir faktör! Ama aslolan doğuştan! Verilmiş bir hediye! Bundan dolayı, hakikat talibinin övünecek pek de bir yanı yoktur. Neye programlandı ise, onu yapıyor. Doğuştan verilmiş bir mutluluk istidadı ve şansı, iradi olarak, hakikat uğruna, mutsuzluk ve acıya değişebiliyor! Daha doğrusu, kendisine verilmiş o hediye sayesinde, dış koşullar, yalnızlık, acı onun mutluluğunu, iradesi ölçüsünde, pek etkilemiyor.
Artık din dahil her türlü kurumsallaşmış inancı sorgular olsam, dinlerin de büyük birer elit komplosu olabileceğini de göz ardı etmeden etrafı seyretsem de:

"“Tanrım, bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirmek için cesaret, değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etmek için sabır ve ikisi arasındaki farkı anlayabilmek için de bilgelik ver.” 

demekten kendimi alamıyorum. Allah'ın varlığına ilişkin bir şüphem yok.
Sonra yine dönüp dolaşıp:
"Deme şu neden şöyle! Yerincedir o öyle!" de karar kılıyorum!
Hepimiz, sanki, yaradılışımızda kodlandığımızın dışına çıkamıyoruz gibi. Ve, yine diyalektik: En nihayetinde dönüp dolaşıp "Sen de haklısın!" noktası.
Sonra yine bir gün, Voltaire'in Candide'ini hatırlayıp "E ne yapah? Ölek mi?" diyerek tekrar başla! Ve sonra, tekrar, "yerincedir o öyle"!
En nihayeti: "Meme Sisyphe se faisait des muscles!".

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Visual proofs of Hohha Dynamic XOR Encryption Algorithm